Yıllardır tatil için Kaş’a gider gelirim. Son dört yıldır da orada bir evimiz olduğu için yılın yaklaşık dört ayını orada geçiriyorum. Böyle bir sayfa açarken Kaş’ta yaşadığım onlarca deneyime, geçirdiğim günlere bakarak nereden başlasam diye düşündüm ve öncelikle Kaş’ın bana ne hissettirdiğini anlatmak istedim.
Kaş’ın en sevdiğim yanı elbette ki o şahane doğası ve denizi. Onlardan diğer yazılarda bahsedeceğim. İşin hissiyat kısmından başlayayım öncelikle. Kaş, kendim olabileceğim, ruhumun rahat ve özgür olduğu, bana sunduğu güzelliklerin tadını doyasıya, hakkını vererek çıkarabildiğim, bunları yaparken de her anlamda makyajsız ve maskesiz olabildiğim nadir yerlerden biri bu ülkede. Yan şezlongda güneşlenen kişiyle kitap sohbeti yapabildiğim, şarapevi işletmecisiyle kış sezonunda İstanbul’da hangi tiyatroları izlediğini konuşabildiğim, bikini üstü şortla günü batırmaya gittiğim bardan gece 11’de kalkabildiğim ve kimsenin plaj modundaki bu hatunun burada ne işi var diye dönüp bakmadığı, tahta masalı meyhanelerinden yükselen İncesaz müzikleri eşliğinde rakı-meze gecelerinin tadını çıkarabildiğim, istersem çıt çıkmayan plajlarda turkuaz denizine girebildiğim, işletmecisinden gelen kitlesine kadar herkesin birbirine saygılı olduğu, artık neredeyse ütopik kalan yerlerden burası. Benim yeryüzündeki cennetim kısacası.
Üstelik tatil bavulunuzu hazırlarken birkaç şort-tişört, yazlık ip askılı elbise, parmak arası terlik dışında hiçbir şeye ihtiyacınızın olmadığı bir yerden söz ediyorum. Şişirilmiş dudaklar, yanaklar olmadığı gibi şişkin egoların da olmadığı yerlerden. Yüksek topukların tıkırtısı yerine flip-flop şıkırtısı duyacağınız bir yer. Marka çantalarla değil sizi zenginleştiren hayat deneyimleriyle fark yaratacağınız bir yer. Çıstak müziklerle localar kiralayabildiğiniz değil gün batımında chill-out, nostaljik Türk pop, rock ve blues müzikleri eşliğinde kapanış denizi yapabileceğiniz bir yer. Göbek atarak tekne turu yapanların ve jet-skilerle hava atanların gürültü kirliliğine neden olmadığı Kaş mavisi denizinde huzura varabileceğiniz bir yer. Zincir kahvecilerin, AVM’lerin istilasına uğramamış restoranın da, kafenin de, dükkânın da en butiğinin olduğu bir yer. Kısacası nesli tükenen, bu dünyaya ait değilmiş gibi duran, insan doğası için aslında neyin önemli, anlamlı, şifalı ve değerli olduğunu sana yaşatarak gösteren, severken içimin titrediği cennetim burası.
Kaş’ın harflerini değiştirdiğinizde Aşk oluyor ya hani… O yüzden de Kaş-Aşk ikilemesi çok sık kullanılıyor. Kaş’a gerçekten aşık olanların “severken içim titriyor” derken ne demek istediğimi çok iyi anladığını düşünüyorum. Kaş mükemmel bir âşık çünkü. Karşısındakine tüm benliğiyle, güzelliğiyle, doğallığıyla kendini sunuyor; onu da iyileştiriyor, mutlandırıyor ve güzelleştiriyor. İşte tam da bu yüzden karşısına onu hak eden, kendisi gibi aşıklar çıksın istiyorum. Onun değerini bilmeyenleri, hor kullananları, ona gözü gibi bakmayanları, sunduklarına saygı duymayanları görmesin sınırları içerisinde istiyorum. Başka Kaş yok çünkü.
O zaman onu pamuklara sarıp sarmalamak isteyenlerle bir sonraki yazıda buluşalım mı? 😉